SANATÇININ (A) NORMALLİĞİ

Normal, nefes almak ve doğanın bize sunduğu döngüye ayak uydurmaktır. Evrensel hakikate sonsuz uyumdur. İnsanın dünya üzerindeki varlığına dair her türlü şüphe içeren soru ise, normalliğin anlamını bozarak sisteme iz bırakan bir anormal yapıdır. Bilinçaltımız kendi içimizde sahip olduğumuz en büyük anormalliktir. Bilinçaltı ile gün yüzüne çıkan düşüncelerimiz ve duygularımız sonucu oluşan her dışavurum ise normalliğe isyan eden anormallik. Kendi geleneklerimizle kavga edilmezse normal, bu kavrama bir eleştiri ile yaklaşıldığında ise anormal olunur. Kavramları sorgulayarak üretilenler yine savaşçı bir eylemle ortaya çıkan anormal mahsullerimizdir. Bu düşünceme göre, güzellik ve etik kavramların ışığında sanat normal sanatçı ise anormal oluyor.

Sanatçının diğer insanlara göre bu kadar dışa vurum ve anormallik isteği nereden geliyor diye sorguladım kendi içimde. Bu diğerlerinde görülmeyen huzursuzluk hali neydi? Normali keyifle gözlemlemenin hazzını yaşayanlara kıyasla sanatçının birçok sorunu olmalıydı, yoksa normalliği bu kadar iyi nasıl bilebilir değil mi? Yani sorunlar anormallikler oluyor. Kimisinin fiziği, nefret ettiği iç benliği, bazısının çocukluk travması, ünlü anormalliklerin çoğunu çıkaran aşkı, yalnızlığı, doğa ile inatlaşması, bazen siyasi başkaldırıları bunların hepsi sanatçının esin kaynağı olarak kullandığı arızalarıdır. Sanatçı, çıkış noktası olan normale gidebilmek için her seferinde o çatlağa, arızaya uğrar. Her uğradığında yaşadığı yaratım süreci ona bir norm doğurur. Süreç bazen kısa bazen uzun hatta klişe bir şekilde sancılı.

Yaratım süreci sanatçının eksik ve zayıf yönleri etrafında bir keşif başlatıyor. Bu sürecin ve arayışların özü sanatçının kendini tanıma ve anlama istediğidir. Keşfetme isteği ile yola çıkan sanatçının ortaya çıkardığı her eser bize kendini bulma yolunda verdiği tamamlayıcılardır. Sanatçı, zihni ile başa çıkamadığı yerlerde tıkanır, yaratım süreci de daha geniş bir zamana yayılır. Bazı sanatçılar için ise bir şeyleri gün yüzüne çıkartıp yüzleşmek çok daha rahat olmuştur. Yaratılan eserler sonrasında da yeni sorular ve arayışlarla durmadan devam eder. Sanatçının zihninin durağanlaşması mümkün fakat arayışları her ortaya çıkan sanat eseriyle büyüyüp devam eder.

‘’Ben aramıyorum keşfediyorum.’’ Picasso

 Sanatçının yaratım serüvenin devamlılığını sağlayan şey aslında bilmedikleri ve henüz keşfetmedikleridir. Kendi içinde karşılaştığı her duygu, zihnine yeni kapılar açan her ilham, ayakta kalmasını ve üretmesini sağlar. Sanatçıyı meşgul eden soruların, yüzleşmelerin verdiği huzursuzluk aslında bir yandan bitmesini istemediği bir keşif olmuştur. Aslında yaşanan çelişki sanatçının içindeki yaşama ve üretme arzusudur. Kendi içinde kurduğu döngü ile varlığını devam ettirir.

S. Freud kendini doyumsuzluk içinde hisseden sanatçının yaşamsal gerçekle bağını kopardığını ve böylece tüm dikkatini düş gücünün kapsadıklarını gerçekleştirmeye yönelttiğini söyler. Sanatçı gerçekten de yaratım sürecinin gerektirdiği anormallik durumunu tüm hayatına yaymak zorunda mıdır? Sanatçı yaratım sürecinde hayal gücünün esiri olur. Sadece dürtüleri ve imgelemek istediklerini sanatçının kendisi diye tanımlamak bir yerde yaşama arzusunu reddetmek olur. Öte taraftan sanatçının gerçekler ve normal ile örtüşmeyen tarafı sanatçı kişiliğinin yapısını ortaya koyar. Bir diğer bakış açısına sahip olan R. May şöyle demiş: ‘’Sanatçı eserini yaratırken kaygı ya da korku duygusuyla değil sanatçıda mutluluk ya da haz kavramlarının yerine geçen coşku duygusuyla üretir.’’ Sanatçı kişiliğinin karmaşası ve yaratımı hakkında ortaya konan kuramların çeşitliliği aslında bize ne kadar derin bir konu olduğunu tekrar hatırlatmakta. Sanat ve sanatçının kişilik özelliklerinin incelenmesi bizler ürettikçe sorgulanmaya devam edecektir.