İnsan doğası gereği sosyalleşip, paylaştıkça varoluyoruz. Hayatlarına artık daha uzaktan dokunabildiğimiz sevdiklerimiz ve fiziksel sınırlarımızı kapattığımız bir benliğimiz var. Pandemi öncesinde de hep dikkatimi çeken bir konuydu özgürlüklerimiz ve sınırlarımız.
Bu aralar fiziksel sınırların yanı sıra manevi sınırlar üzerinde de çokça düşünüyorum. Fiziksel sınırlar gibi görülemeyen duygusal sınırlara sahibiz. Bize ait olan ve çocukluk döneminde oluşan değer yargılarımıza göre belirlediğimiz duygusal sınırlara, uyum ve saygı bekleriz. Duygusal sınırlar, görülmeyen ama izin verildikçe geçilebilen duvarlara benzer. Bu sınırları belirlemek sorumluluklarımızı da şekillendirmektedir. Tam bu cümleden sonra şu soruyu sordum kendime. Kendi sınırlarımız dışında başkaları için sorumluluk alabilmeyi eşit derecede önemsiyor muyduk?
Pandemiyi karşılama biçimimiz aslında hayatı nasıl karşıladığımızın ve hayat duruşumuzun ne olduğuyla çok örtüşüyor. İhtiyaçlarımızın eskiye kıyasla daha az farkında olunduğu bir süreç geçirmeye başlamıştık. Sadece insanlar değil doğa ve hayvanlara karşı da böyleydik. Bu sürecin bizlere bir şey hatırlatmasından ziyade zaten hayatını bu değerler üzerine kurmuş insanların varlığı ve başkaları adına alınan ortak sorumluluklar artık benim için çok daha önemli. Yani başkalarına karşı her zaman kendimizden sorumluyuzdur diyen insanlardan söz ediyorum. Bu yaklaşımda olan güzel insanlardan bazıları arkadaşım bazılarıyla hiç karşılaşmadık. Çizili, yazılı olmayan kuralların varlığına inanan, saygı ile kuralan ilişkilerin, kişisel özgürlüklere alan tanıdığı zaman dilimlerinde olmak dileğiyle.